Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi - F. Scott Fitzgerald
14:25
Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi by F. Scott Fitzgerald
My rating: 3 of 5 stars
Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi'nin filmini fırsat bulup da izleyememiştim. Genelde kitaplar filmlere göre daha fazla ayrıntı içerdiğinden, okurken kendi karakterlerimi oluşturup, şekillendirip, yazarın replikleri ile önce kendi zihnimde tıpkı bir film izler gibi okumayı daha çok sevdiğim için, filmden önce kitabını okumak istedim. Ama kitap hemen bitiverdi, ne olduğunu anlayamadan. Sanki bir özetten okur gibi hissettim, ya da sanki daha önce okumuş birinden olay örgüsünü dinler gibi. 166 dklık filmde neler anlatıldı merak etmiyor değilim açıkçası :)
Kitaba geri dönersek; "dehşet verici varlık" yani Benjamin, 70'li yaşlarında dünyaya gözlerini açtığında, babasıyla hastaneden o gülünç kıyafetle ayrılmak zorunda kaldığında onun adına üzülmüştüm. Normal bir bebek gibi görünmesi için verilen uğraşlar, Benjamin'in kendisinden beklenildiği gibi hareket etmeye çalışması ve etrafındakileri mutlu etmeye çalışmasını izlemek hüzün vericiydi. Gençleştiği yıllara dair kitapta beklentileri karşılayacak bilgi yoktu bana göre. Bir cümleyle yıllar geçiştirilmiş, on sekizine geçiş yapılmış hemen. Okul kaydında başına gelenleri onun olayından ayrı düşünürsek, farklı olana yapılan muameleyi anlayabiliriz. Bu her zaman böyle değil midir sahi? Kendimizden birazcık farklı olana tahammülümüz var mı şu devirde bile, hangi coğrafyaya bakarsanız bakın. Anında bir dışlanmışlık hissi yaşatılmıyor mu itinayla?
Benjamin 50li yaşlarında bir görünümdeyken, 20 yaşındaki Hildegarde onunla olgunluğu için evlenmeyi seçmişti ve evlendi de. Tabi Benjamin yıllar geçtikçe gençleşirken, güzel eşinin kırışıklıkları artmış, gök mavisi gözleri ucuz çanak çömleği çağrıştırmaya başlamış, bal rengi saçları sıradan bir kahverengiye dönüşmüş, ve tabii ki eşi artık onu cezbetmez olunca...ne yaptı Benjamin, uzaklaşıp kendine başka uğraşlar bulmayı seçti... Burada hikayenin gidişatına oldukça sinirlendiğimi söylesem abartı olmaz galiba. Bu noktaya kadar Benjamin'in hayatının korkunç başlangıcı dolayısıyla o yılları çabucak geçirmesini dilerken, bu noktadan sonra yani 3 yıl aradan sonra eve döndüğünde eşi 40 yaşında kendi 30 yaşında görünümdeyken, o parti senin bu parti benim gezip tozarken, “Şuna bakın! Ne kadar yazık! Bu yaşta bir adam kırk beş yaşında bir kadınla evli. Karısından en az yirmi yaş genç olmalı.” derken insanlar, -1880 yılında anneleri ve babalarının da bu aynı uyumsuz çift hakkında yaptıkları yorumları unutmuşlardı. İnsanların unutması kaçınılmaz bir sondu her zaman- İşte tam bu noktadan sonra Benjamin'e sinir olmaya başladım. Çünkü "Bu lezzetli kremanın içinde bir tek sinek vardı, karısıyla insan içine çıkmaktan nefret ediyordu. Hildegarde ellisine yaklaşmıştı ve görünümü kendini gülünç hissetmesine neden oluyordu..." Kendi 50 yaşında gibi görünürken eşinin kendinden 30 yaş genç olması hiç problem değildi tabi... Neyse ki sonraki yaşadığı can sıkıcı olaylarla biraz keyiflendim :))
Yaşı ilerledikçe yani gençleştikçe Benjamin, torunuyla birlikte anaokuluna gidiyor. Daha sonra da bir bakıcı tarafından bebek halini almış şekilde beşikte sonsuz uykusuna dalıyor. Kitap bu şekilde sona erdi. "Her şey karardı..."
Kitap bittikten sonra zamanın sınırları ve akışı ile ilgili düşündürdü. Yaşadığımız an, zaman çizgisinin neresinde? Zamanı akıp giden bir çizgi gibi düşünmek hataların en büyüğü belki de. İnsan doğar, büyür, yaşlanır ve ölür ya da insan yaşlı doğar, gençleşir, çocuklaşır ve ölür. İkisi de aynı şeye çıkıyor sanki. Yapılan hatalar, kazanılan deneyimlerin yaşla ilişkilendirilmesine karşı çıkmış sanki yazar. 20 yaşında bir gencin 70 yaşında birinden daha fazla görmüş, geçirmiş, deneyimlemiş olması ihtimali yok mudur? Yani bir insan yaşlıysa deneyimlidir, gençse tecrübesiz demek hatalı bir çıkarım olmaz mı? Ve tabi bir de şu mevzu var. Hani hep deriz ya şimdiki aklım olsaydı şöyle yapmazdım gibi şeyler. Borges’in seksenli yaşlarını sürerken yazmış olduğu “Anlar” şiiri tam da bu meseleye dokunuyor sanki.
“Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde, daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.. ”
diye başlayan
“Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
Ama işte 85’indeyim ve biliyorum…
ÖLÜYORUM… ”
dizeleriyle biten şiirdeki artık işin sonuna gelinmişlik havası ve yeniden yapılabilmesinin imkansızlığını düşünürsek bu kitapla beraber, sorumuza yanıt olabilir. Bu şekilde yazabilmenin, veya şimdiki aklım olsa böyle yapmazdım, şöyle yapardım diyebilmenin anahtarı deneyimlerin ta kendisi. Bu yüzden Benjamin 70 yaşında doğmuş olsa da yaptığı hataları deneyimden yoksunluğa bağlayabiliriz. Yani yaşamı sondan da yaşasak, baştan da yaşasak aynı yere çıkıyor.
Kitapla ilgili bu düşüncelerden sonra en yakın zamanda pek övülen filmini izleyip bu yorumun altına ekleme yapmak istiyorum. Bakalım filmde nasıl işlenmiş bu kısa hikaye :)
View all my reviews



























0 yorum